24 Temmuz 2013 Çarşamba

Froome'un Yolu...



Chris Froome'la ilgili aklımdaki ilk imaj Vuelta 2011'den. Bilbao'da, startın hemen yanında, yüksekçe bir yere çıkmış etabın başlamasını bekliyorum. Önümde Purito, Igor Anton, J.J. Cobo ve diğer mayo sahipleri var. Froome Beyaz Mayo'yu giymesine karşın ortalarda yok... Start veriliyor, sporcular alkışlar arasında yavaş yavaş hareket ediyorlar. Kafile ve takım arabaları gittikten bir 30 saniye sonra Froome tek başına start noktasını geçip yola koyuluyor... Birkaç gün önce, takım liderini beklemek uğruna, liderliği J.J. Cobo'ya kaptırmıştı. Bilbao'dan bir gün sonra Madrit'te yarışı ikinci bitirdi. Önümden geçerken çok mutsuz olduğunu hissetmiştim. 

Froome vs. Cobo @ Bilbao (Vuelta 2011)

Filmi bir yıl ileri saralım... TDF 2012. Froome 17. Etap'ta atak yapan Valverde'yi kovalamak ve etabı almak istiyor ama Wiggins onu takip edemiyor, kurmayının gitmesine de izin vermiyor. Chris Froome hayal kırıklığı, öfke ve hırçınlıkla arkasına bakıyor. Wiggo'ya bas bas bağırıyor hiç sesi çıkmadan. Valverde etabı kazanıyor, Froome da Wiggins'in ardından Fransa Turu'nu ikinci bitiriyor. 

Froomey Wiggins'i finişe getiriyor. Alacağı etabı kaybetmişti

Ve geçen hafta. Annecy-Semnoz yokuşunda, artık Sarı Mayo'yu garantilemiş olan Froome, klasmanda gerisinde bulunan üç sporcuyu da dökecek bir sert atak yapıyor. Yarışın son zirve finişini kazanırsa bir etap daha (dördüncü) almış olacak, sarının yanına benekli mayoyu da koyacak. Hakkı var mı? Var. İhtiyacı var mı? Yok. Onlarla birlikte zirveye çıkması ve sadece etabı bitirmesi yeterli şampiyon olmak için. Üç hafta boyunca, rakipleri hiçbir yokuşta ona üstünlük sağlamamışlardı zaten. Saate karşıda hep çok iyiydi. Mont Ventoux'da en güçlü yokuşçu olduğunu da gördük, ikna olduk, inandık, kabul ettik. Tüm bisikletçilerin rüyası o kutsal sarı tüniği kazanmışken, benekli mayo için bu hırs neden? Froome'un atağından sonra Purito ve Quintana ona yetişiyorlar. Son kilometreye doğru, bir atak daha yapıyor ama olmuyor, Kolombiyalı hem etabı hem de Benekli Mayo'yu kazanıyor. Froome ilk Fransa Turu'nu kazandığı için mutlu ama etabı ve yokuş klasmanını kazanamadığı için neşesi tam değil... 

Annecy-Semnoz... TdF100'ün son yokuşu

Yol bisikleti, kuralları, kanla değilse bile, acı, fedakarlık ve ortak zekayla yazılmış bir spordur. Yıl boyu beraber yarışan profesyoneller, imece usulüyle rüzgara karşı koyarken bir yandan da rekabet ederler. Bisikletin anlaması en zor, takdir etmesi ise en güzel yanıdır bu. Rakibiyle ittifak yapmak gibi tuhaf bir ikilem yol bisikletçisinin hep tepesinde sallanır. Bu gariplik sonucunda, peloton denen o insan grubu, zaman içinde test edilmiş, tecrübeyle yontulmuş, yazılı olmayan bir kurallar bütünü geliştirmiştir. Bu nizama herkesin uyması beklenir. Uymayan ayıplanır, bunu alışkanlık haline getiren dışlanır. Pelotonun dışladığı bir yarışçının kariyeri bitmiş demektir; rüzgarda tek başına kalır, kimse su vermez, yarış kazanamaz, evine ekmek götüremez. Bu "angajman kuralları" içinde, GK lideri çiş yaparken atak yapmamak, beslenme bölgesinde kaçış başlatmamak, pelotonu GK lideri takımın çekmesi gibi maddeler vardır. 

"Kadim Kanun"un en bilinen cüzlerinden biri de, eğer ön grupta Sarı Mayo varsa, rakipleriyle beraber zirveye kadar çalışması ama etabı kazanmaması geleneğidir (Sarı Mayo kaçışa girmez elbette ama şimdi konumuz değil). Böyle davranırsa hem liderliği devam eder, hem de beraberce emek verdiği yoldaşlarından biri etabı kazanarak sevinir; şan, şeref ve para kazanır. İstisnası yok mu bu kuralın? Elbette var. Zirvede alınacak kritik bir zaman bonusu söz konusuysa veya lideri tehdit eden bir başka sporcuyla zaman farkını açmak isterse, Sarı Mayo atak yapabilir. Ama genel olarak, bu kaideye riayet edilir. Contador'un, eski takım arkadaşı P.Tiralongo'ya bıraktığı Giro 2011'deki Macugnaga etabı ve Voldemort'un Ivan Basso'ya birini bırakıp, diğerini aldığı TdF 2004'deki iki etap (La Mongie & Plt. de Beille) ilk aklıma gelenler... Bunlar gibi daha yüzlerce örnek bulunabilir tarihten. 
   
Bu kuralda kalbimi çalan çok şey var. Uzun dönemli fayda için kısa vadeli kazanımlardan vazgeçmek, topluluğun ortak çıkarını gözetmek, alçakgönüllülük, hakkına razı olma, rızkından fazlasını istememe, tevekkül, fedakarlık... İş hayatında çok meşhur olan "kazan-kazan" felsefesi asıl ruhunu bu kaidede bulur. Matematik bilimi, bu gibi olayları açıklamak için Oyun Teorisi'ni geliştirmiş yetmez mi? 



Chris Froome'un, tamamen domine ettiği Fransa Turu'nu, beş dakika farkla kazanmak üzereyken, hala atak yapıp etap zaferini kovalaması, öncelikle hırsının derecesini gösteriyor. Vuelta '11'de ve geçen sene TdF'da kazanmasına izin verilmemesi onu çok rahatsız etmişti. Team Sky'ın temmuz ayında liderinin kim olacağı bir yıldır spekülasyon konusuydu ve bundan dolayı oldukça gergindi. Wiggins'in, onun liderliğini kabul ettiği için değil, ne idüğü belirsiz bir "sakatlık" nedeniyle yarışa girmemesi, nişanlısı üstünden ona yöneltilen eleştiri okları ve Contador gibi bir şampiyonun karşısına çıkma stresi, bence içindeki ihtirası iyice alevlemişti. "Ben size kim olduğumu gösteririm" gibi bir tavırla yarıştı. Bu kötü mü? Hayır değil. Hırs olmadan, bu derece zorlu bir sporda başarılı olmak olanaksız. Froome bu senenin en güçlü etap yarışçısı oldu. Rakipleriyle arasındaki performans farkı bugünkü gibi kalırsa, önümüzdeki birkaç yıl da kesin favori o olacak. Fakat büyük bir şampiyon olmak için başka şeyler de gerekiyor. Asalet, taktiksel zeka, bilgelik, fedakarlık, müttefik edinme ve dostlarını kullanma. Froomey şimdilik bu noktanın uzağında. Eğer zekasını kullanırsa, rakiplerini aşağılamak yerine yüceltir, "win-win" felsefesine dikkat ederse yeni yüzyılın yeni "Patron"u olabilir.

16 Temmuz 2013 Salı

Son Umut: B Numunesi

Geçen Nisan ayında Cumhurbaşkanlığı Bisiklet Turu'nu kazanan Mustafa Sayar'ın, Cezayir Turu'nda alınan idrar örneklerinde EPO maddesine rastlandı. Haber, dün, başarılı TRT muhabiri Ömer Yavru tarafından twitter'da duyuruldu. A numunesinde yasaklı maddeye rastlanan Konya Torku Şekerspor sporcusu Sayar, 11-15 Mart tarihleri arasında Cezayir'de düzenlenen turda ikinci olmuştu. 

Doping test prosedürü kabaca şöyle işliyor: UCI görevlileri, önceden belirledikleri sporcuları, etap/yarış bitiminde "hiç gözden kaybetmeksizin" antidoping merkezine götürüyorlar ve idrar (veya kan) örneği vermeleri isteniyor. Alınan idrar örneği A ve B numunesi olarak ikiye ayrılıyor, sporcunun önünde kapatılıp mühürleniyor ve -testi yapacak kişi kimin örneğini analiz ettiğini bilmesin diye- numaralanıyor. Daha sonra, numunelerin ikisi de, WADA tarafından akredite edilmiş bir laboratuara gönderiliyor. A numunesi teste alınırken, B numunesi ("şahit numune" de denebilir) kapalı olarak bekletiliyor. Eğer ilk testte yasaklı bir madde bulunursa, sporcunun talebine göre ikinci örnek de analiz ediliyor. Bu test temiz çıkarsa sporcu aklanıyor ancak B numunesi de pozitif çıkarsa UCI, konuyu sporcunun bağlı olduğu ülke federasyonuna havale ediyor ve sporcuya ceza veriliyor. Bisiklet sporunda, yarışmacılar ilk ihlalde genellikle 2 yıl yarışlardan men ediliyorlar. Ayrıca, örneğin alındığı günden sonra katıldıkları yarışlardaki dereceleri de iptal ediliyor. Cezayir Turu  11-15 Mart tarihleri arasında yapıldı. Dolayısıyla, B numunesinde de yasaklı maddeye rastlanırsa, Mustafa Sayar'ın ToT şampiyonluğu elinden alınarak 2 yıl men cezası alması beklenebilir. 

Meryem Ana'ya mı yakarsak... 
(Resim:Ö.Özdemir/Cyclingtr.com)

Üst paragrafı "beklenebilir" diyerek bitirdim çünkü kesin konuşamıyorum. Ceza kararı yerel federasyonun ilgili kurulunca verilecek. Ülkelerin iç dinamikleri her zaman birbirine benzemediğinden, bazen beklenmedik kararlar çıkabiliyor. Daha önce, Kazakistan Bisiklet Federasyonu, normalde 2 yıl ceza alması gereken A.Vinokurov'a, evirip çevirip bir yıl ceza vermişti. Bizden bir örnek vermek gerekirse, 2011 yılında gündemi sarsan futboldaki şike skandalında da, TFF akılları karıştıran, çelişkili birçok karar almış, hatta TBMM kanun değiştirmişti. Spor etiği, adalet ve güçler ayrılığının oturmadığı, hakkını ve bağımsızlığını korumak yerine, muktedirlerden ihsan bekleyenlerin çok olduğu bağzı ülkelerde "spor politikanın başka araçlarla devamı" olarak görüldüğünden, bağzı muktedirlerin iki dudağı arasından çıkacak bir laf, her şeyi değiştirebilir. Neyse ki Türkiye ileri bir demokrasi ülkesi olduğundan böyle korkunç senaryolara gülüp geçebiliyoruz. 

Mustafa Sayar, annesi, Spor Bakanı ve Cumhurbaşkanı

Mustafa Sayar'ın A numunesinin pozitif çıkmasına gerçekten çok üzüldüm. ToT'tan birkaç gün sonra, bu başarısından şüphelendiğimi belirten bir yazı yazmış, ondan özür dilemeyi çok istediğimi belirterek bitirmiştim. Siz görmediniz ama önce sert bir yazıydı. Fakat, elimde bir kanıt yokken, sadece şüphelendiğim için Sayar'ı zor duruma düşürmemek gerektiğini düşündüm (olası tepkilerden de tırstım itiraf edeyim). Yazının tonunu yumuşattım, Sayar'ın lehine bazı argümanları da kattım. Ama fikrim belliydi. Haksız çıkmak istediğim nadir durumlardan biriydi. 

Görünen durum, twitter'da Yasin Bingöl'ün de yazdığı gibi , Sayar'ın performansını Türkiye Turu'nda zirveye çıkarmak için planlanan EPO kürünün parçasıydı Cezayir Turu. Bu kısım tamamen tahmin elbette. EPO varsa bence kan nakline gerek kalmamıştır. Eczaneden kolaylıkla EPO alabildiğin bir memlekette kan nakli gibi komplike bir süreç izlemeye gerek yok. İnsanın "Bari Lance Armstrong gibi olsaydınız" diyeceği geliyor. Herif 10 yıl doping yaptı, bir kere bile pozitif çıkmadı. Kavruk Türkiye'nin, öğrenmeye uzak tembelleri olarak, sahtekarlığı bile kaliteli yapamıyoruz. 

Peki ya Konya Torku Şekerspor'a ne demeliyiz? Türk bisikletinin öncüsü, bisikletin ana damarı, gururumuz Şekerspor  yöneticilerinin iki kez arka arkaya dopingli şampiyon çıkarmayı becermeleri takdire şayan! Eski dopé'leri kadroya alıp, pırıl pırıl gençlerin ahlakının bozulmasına yol açmak hangi cin fikirlinin aklından çıktı billmek hakkımızdır. Mustafa Sayar 21 yaşından beri bu takımda. Onu, Yuri Metlushenko, Ivailov Gabrovski ve D. dela Fuente gibi çakallarla yanyana getirdiğiniz için tebrikler. Çocuğunuzun önce arkadaşlarını kontrol edersiniz değil mi? Bu gençlerin kimle bisiklete bindiklerine bakmadınız ama. Geçen seneki Gabrovski olayından sonra Torku'dan bir şey duyduk mu? Bir temizlenme niyeti, beyanı, bu konuda yeni bir politika? Yoo.. Yukarılarda bir yerlerde, birileri birilerine "Bu sene artık bir Türk kazansın" demediyse ben ne olayım. Kimin ve neyin hırsıdır bu? Torku ToT'ta şampiyon olmasa daha iyi olurdu. Gençler, dünyanın en iyi yarışçılarının yanında bisiklet sürseler, hangi seviyede olduklarını görseler, birşeyler öğrenseler, hırslansalar bisiklet sporumuz için daha hayırlı olurdu. Ama yok! Yeni Türkiye, her dalda inkişaf ettiğini yedi düvele gösterecek... Ebemizin düvelini gayet yakından gördük. 

Türkiye'de, son bir yılda, olimpik sporlarda dalga dalga gelen doping olaylarının tesadüfi olmadığına inanıyorum. 15 yaşındaki haltercilerin, güreşçilerin, cıvıl cıvıl atlet kızlarımızın bu yollara sapmış olması tesadüfle, ödül yönetmeliğiyle falan açıklanamaz, bu hedef saptırmaktır. İyi olan herşeyde ortaya çıkıp şov yapan değerli yöneticiler bu pislikleri de üstlenmelidir. Bu ülke gencecik çocukları çok kurban etti. Ama arkalarındaki sorumlular hiç zarar görmedi. Artık zamanıdır... Sayın Şafakçı, Sayın Konuk, Sayın Terzi, Sayın Taşpınar, Sayın Baykan, Sayın Kılıç, istifa da bir hizmettir.





Not: İstifa listeme neden TBF Başkanı Emin Müftüoğlu'nu almadığım sorulabilir. Son yıllarda, yanlış hatırlamıyorsam, Mustafa Sayar hariç hiçbir bisikletçide doping yakalanmadı. Bu nedenle onu listeye katmadım. 

8 Temmuz 2013 Pazartesi

İlk Hafta Notları - Fransa Turu 100




Fransa Turu'nun ilk dinlenme gününe geldik. Hem bizim Korsika yolculuğu , hem de, ailemizde yaşanan ani ve çok üzücü bir vefat nedeniyle ilk dokuz etabı hep göz ucuyla seyredebildim. İlk haftaki kayda değer noktalardan kısa kısa bahsedeyim: 

  • Korsika Grand Départ projesi başarıya ulaştı. Fransızlar'a biraz şüpheyle yaklaşan yerel halk yarışı çok benimsedi. Porto-Vecchio yolunda, 4 saat önceden iskemlesini yolun kenarına yerleştirmiş orta yaşlı bir çift bu bunun en güzel işaretiydi. Etap başlangıç ve bitişleri tıklım tıklımdı. Sprint etaplarının sıkıcılığından şikayet eden seyirciler ve TV izleyicileri, adanın topoğrafyası ve organizasyonun ilk etaptaki beceriksizliği yüzünden, her üç gün de heyecanlı yarışlar izlediler. Bastia'da OricaGE otobüsünün finiş takının altına sıkışması ve sprint öncesi meydana gelen kaza ilk etabı hareketlendirirken, Ajacciao finişinde Jan Bakelants'ın zeki ve riskli atağı ikinci etabı seyretmeye değer kıldı. Calvi'de biten etapta da, yokuşlar nedeniyle asıl sprinterlerin geride kalması klasik etap sonunu önledi ve Simon Gerrans'ın yarışı kazanmasını sağladı. 
  • Yarışın en güçlü dört sprinteri de ilk haftada etap kazanmayı başardılar. Cavendish, Greipel, Kittel ve Sagan kendilerine en uygun etaplarda başarıya ulaşıp üstlerindeki baskıyı attılar. Cav ve Sagan ikişer etap kazanabilirlerdi ama parkur ve son kilometrelerdeki şanssızlıklar buna izin vermedi; onların kaybı yarışın ve diğer sporcuların kazancı oldu. Yeşil Mayo savaşı, yine ilk haftaki parkuru nedeniyle peter Sagan'ın üstünlüğüyle geçiyor ama ikinci hafta saf sprinterlere daha uygun etaplar var. Greipel ve Cavendish'in bu farkı kapatmaya başlamasını bekliyorum.


Yeşil Mayo Klasmanı (9. Etap)

1. Peter Sagan: 234 puan
2. Andre Greipel:141 puan
3. Mark Cavendish:128 puan



  • Fransa Turu'nda uzun zamandır ilk defa hiç kaçış olmayan bir etap izledik. Montpellier'de biten 6. Etap'ta, Luis Angel Mate'nin (COF) kısa süren denemesi dışında, mistral rüzgarı kaçış heveslilerini durdururken, sprint takımları da tempoyu yüksek tutarak yarışı hep kontrol altında tuttular. 
  • İlk 9 günde birçok GK iddialısı ismin geride kaldığını gördük. Yarışın sert başlaması ve devam etmesi, Team Sky'ın Froome'un yeteneklerine geçen seneki liderden daha güvenli olduğu gözüküyor. Diğer takımlar da Sky'ın üstünlüğüne çare bulmak hevesi içinde olunca, özellikle 8. ve 9. Etap'ta ortalık dağıldı. Jurgen vd Broeck (LBS) ve Janez Brajkovic'in (AST) kazalar sonucu yarış dışı kalmasıyla başlayan yaprak dökümü, bugün itibarıyla birçok sporcunun GK amaçlarını yok etti. Hayal kırıklığı listesini, sıralamadaki yerleri ve Froome'dan yedikleri farklarla beraber şöyle koyalım: 
106. J.Coppel (SOJ).............. +1h12'40"
72. C. Le Mevel..................... +50'40"
56. T.Danielson (GAR)........... +40'24"
51. T. VanGarderen (BMC)..... +35'01"
47. T.Pinot (FDJ)................... +31'31"
41. R.Hesjedal (GAR)............. +26'08" 
40. H.Zubeldia (RSLT)............ +25'53"
33. R.Porte (Sky)................... +18'30"
32. R.Gesink (BEL)................. +16'55"
26. P.Rolland (EUR)............... +12'34"
22. A.Talansky (GAR)............ +9'35"
16. C.Evans (BMC)................ +4'36"
15. A.Schleck (RSLT)............ +4'00" 



Genel Klasman - 9. Etap

  

  • En büyük şoku Tejay VanGarderen yaşarken, neden bu derece kötü bir yarış çıkartttığını kendisinin de bilmiyor oluşu kayda değer. Daha 23 yaşında olmasına karşın, tüm ulusun beklentilerini üstlenen Thibaut Pinot da Col de Pailheres (8. Etap) inişinde tempoya ayak uyduramaması ve geride kalması nedeniyle moralman dağıldı. Pinot dün de fark yiyerek geçen seneki derecesine ulaşamayacağını gösterdi. Bu sezon kazalardan başını alamayan Ryder Hesjedal, Giro'dan sonra Tour'da da yerden kalkamayınca 26 dakika geri düştü. Garmin-Sharp'ın dört başlı GC takımından sadece Dan Martin ümitvar durumda. 
  • İlk 9 günün, benim açımdan, en olumlu sürprizi Andy Schleck oldu. Andy Boy, abisinin kontratının yenilenmeyeceği haberini almasına rağmen, moralini bozmamış gözüküyor. İki yokuş etabında da çok zaman kaybetmemeyi başardı. Kendisinden alışılan seviyede olmamasına karşın şimdilik durumu iyi. Elbette çarşamba günü Mont Saint-Michel'deki TT onun için kritik olacak. Yarışı ilk 15'te bitirirse yazımı oturup yiyeceğimi söylemem ne kadar büyük bir riskmiş şimdilik belli değil. Fakat Schleck, ilk dinlenme gününe 15. olarak girerek bana bir uyarı mektubu vermiş durumda. Genç Lüksemburglular rahatsız, gerginlik had safhada... 
  • Bauke Mollema ve Laurens Ten Dam Belkin adına harika işler yaptılar bu 9 günde. Yarışı 3. ve 4. sırada götürüyorlar, bundan iyisi Şam'da kayısı.. 
  • Team Sky, 2 günde iki farklı profil çizerek ağzımı açık bıraktı. Ax 3 Domaines etabını makina düzeninde, süper bir tempoyla koşan takım Kiriyenka, Kennaugh ve özellikle R.Porte'un süper çalışmasıyla Chris Froome'a Sarı Mayo'yu getirdiler. O gece Sky'a düzülen methiyeler yandaş medyanın bağzı politikacılara düzdüklerin aratmadı gerçekten. Fakat dün aynı takım yaprak gibi dökülürken daha ikinci yokuşta Froome izole edildi. Vasili Kiriyenka zaman limitinin dışında kalıp elenerek takıma büyük darbe vurdu. R.Porte da kendinden beklenmeyecek ölçüde kötü bir etap geçirdi. Sky'ın 2012'deki gibi, 1-2 bitiremeyeceği anlaşıldıktan sonra Porte domestik görevine daha iyi sarılacaktır. Dinlenme günü İngiliz takımına tam zamanında yetişti. 2. hafta da toparlanmaya çalışacaklar. 
Chris Froome Ax 3 Domaines'de Sarı Mayo'ya kavuştu

  •  Movistar elinden geleni yapmasına karşın Chris Froome'un gücü karşısında dün boyun eğdiler. Unzue'nin çocukları kitaptaki her numarayı çektiler. Aslında plan başarıya ulaştı. Froome 100 km boyunca izoleydi ama yarışın en kuvvetli sporcusu olması nedeniyle zaman farkı yememeyi başardı. Burada Saxo-Tinkoff ve Contador'un da Movistar'a yardım edemediğine dikkat çekmek gerek. Roman Kreuziger'in, üstündeki takım lideri baskısını attıktan sonra mükemmel bir baş-domestiğe dönüşmesini gördük ama Saxobank genel olarak çok iyi bir takım olmasına karşın Alberto aynı seviyede gözükmüyor. Dün o da güçlü olsaydı, Movistar ve Saxo beraber ataklarla Froome'u çökertebilirlerdi. Sonuçta bu iki takım açısından dünün kazanımı Porte'un GK listesinden düşmesi (ne avantaj sağladığı tartışılır) ve Valverde'nin ikinciliğe yerleşmesi (contador için bu da bir avantaj değil).
  •  "A Star Is Born" filminde Nairo Quintana'yı izlemeye başladık. Kolombiyalı çarşamba günü iyi TT çıkarırsa Froome'a zor anlar yaşatacak. beyaz mayo'yu paris'e kadar taşıma olasılığı yüksek. Dün Horquette d'Ancizan'da Froomie sadece Quintana'nın ataklarına cevap verdi, bu ayrıntıyı not etmek lazım. 

Le Tour de France, yarın klasik bir sprint etabıyla devam edecek. Çarşamba 33 km'lik bireysel saate karşı etap var. Bunun sonuçları yarış için hayati önemde. Valverde ve Contador, Froome'dan oldukça kötü bir derece yaparlarsa, İngiliz yarış sonuna kadar idare edeceği bir zaman farkı elde edebilir. Bu kritik etap için sayın patronumun Türkiye'ye gelmesi de ayrı bir hoşluk(!). Gitti canım yarış...


6 Temmuz 2013 Cumartesi

Bayandan 2013 TDF ve Korsika Anıları

Beyaz yakalıların yıllık izni ne kadar kıymetlidir bilirsiniz. Hele yaşınız ilerlemiş ve gezmek istediğiniz yerler bitmemiş ise.. Korsika’nın yelkenciler için bir cennet oluşu ve 2013 Fransa Turu’nun buradan başlaması yıllık iznimizde ne yapacağımızı belirlemişti.

Korsika’ya İstanbul’dan direk uçuş yok. Air France, Marsilya veya Paris aktarmalı uçuşlar ile adanın Calvi ,Ajaccio ve Bastia şehirlerine gidiyor.Aynı zamanda ‘Corsica Ferries’ ile Nice veToulon’dan yine Korsika’nın bu üç kentine ulaşım var. Biz hem maliyet hem de uçak ve feribot saatlerini ayarlamanın zorluğu nedeniyle Ajaccio’ya  uçmayı tercih ettik. Biletlerimizi de ta geçen  Kasım ayında satın aldık!! 

Korsika’nın batısında, adanın ortasına yakın  Ajaccio şehrinde kalmaya karar verdik. Bunun nedeni, TDF etaplarına en kolay buradan ulaşacağımızı hesaplamış olmamızdı. Korsika, idari açıdan, merkezi Bastia olan Yukarı Korsika ve merkezi Ajaccio olan Güney Korsika diye iki bölgeden oluşmakta. Ada 1.000km’lik kıyısı ve 2.000mt’nin üzerindeki tepeleriyle muhteşem bir doğaya sahip. Adanın orta bölümü tamamen yüksek tepelerden oluşuyor.Yollar tünel açılmadan, doğayı koruyarak yapıldığından, şehirler arası yolların uzunluğu kuş uçuşu mesafeden çok fazla.Örneğin, Ajaccio-Porto Vecchio’nun kuş uçuşu mesafesi 60km iken, araba ile gidilebilecek en kısa yol 140km!!Bu 140km de,virajlı bir yol olduğu için yaklaşık 2,5 saat sürüyor. 

TDF Porto-Vecchio  Bastia etabının startına gitmek için bir heyecan sabah 6:30’da kalktık.Startı kaçırmayalım diye kahvaltı yapmadan arabaya atladık ama GPS’i ayarlamadan çıktığımız için Ajaccio içinde  dört döndük ve otelde unuttuğumuz harita ve arabanın evraklarını almak için otele geri döndük..7:30 gibi Ajaccio’dan Porto-Vecchio’ya gidiş yollarını keşfetmiştik.. 

Porto-Vecchio’ya saat 10:00 gibi varıp hemen limana yöneldik. Ama,  akreditasyon ile ilgili belgeleri veren feribotun bir önceki gece  Bastia’ya hareket ettiğini öğrendik.Tour Village denilen, basın ve davetlilere ayrılmış bölüme tel örgülerin arkasından bakıp, bariyerlerin ardından bisikletçilerin takım otobüsleri ile start’a gelişlerini izledik.  Akreditasyon ile ilgili print ettiğimiz mail ile TDF Village’a bir kez daha girmeyi denedik maalesef yine kibarca kovulduk. Bu moral bozukluğu nedeniyle Sarper ile birbirimize sataşabiliriz endişesiyle bir süreliğine ayrıldık. Ben Porto-Vecchio marinasında kurulan TDF Village’ı ve ekip otobüslerini kamerama en iyi alabileceğim açıyı aramaya koyuldum.Marinadan biraz uzakta küçük bir tepede kendimce iyi bir açı yakaladım. Burada kentin yerlisi yaşlı bir karı koca ile tanıştım. Meğer bizim Anadolu köylülerine benzeyen bu çiftin bahçesindeymişim. Bana iskemle getirdiler, Fransızca bir şeyler söylediler ama ben anlamadığım için ‘Orövuar’ deyip  yanlarından ayrıldım. 
Küçük tepeden Porto-Vecchio ve takım otobüsleri
Porto-Vecchio marinasında, TDF’ı sunan Daniel Mangeas’ın sesi yükselmeye, yavaş yavaş bisikletçiler takım otobüslerinden inmeye başlayınca panik halinde Sarper’i aramaya başladım. Sarper’in imza töreninde olduğunu öğrenip ben de onun yanına gittim.TDF imza töreni halk ile bisikletçilerin en yakın olduğu nokta, hele en ön sırayı kapabilirseniz.. Daniel Mangeas, nefes almadan, kendine özgü tonlaması ile imza atmaya gelen bisikletçileri tanıtırken halkın tezahüratları arasında bol fotoğraf çektim.Önümde boyu 2mt, kolları 1,5mt  bir adam olmasaydı daha iyi fotoğraflarım olacaktı..  
Soldaki kol olmasa güzel bir Contador fotosu
Mark Cavendish Porto-Vecchio'da imza attıktan sonra

Bisikletçileri sadece üzerinde sarı,yeşil,puanlı ve beyaz mayo varken tanıyabilen ben, TDF’ın ilk yarış günü kimsede daha bu mayolardan olmadığı için çok zorluk çektim. Contador, Valverde,  Evans, Froome,  Cavendish, P. Gilbert, R. Porte, M. Kittel ve Greipel istisna!! Contador’u esmer yüzü ve tipik vücüt yapısıyla, Valverde’yi kirli sakalı,Cadel Evans’ı yüzünün geniş hatlarıyla ayırt edebiliyorum. Chris Froome’u uzun buyu ve sıska kollarıyla, Cavendish’i İngiltere yol şampiyonu formasıyla,Philippe Gilbert’i bozuk cildiyle,Porte’yi kısa boyuyla,Marcel ve Greipel’i ise adaleli iri Alman yapılarıyla hemen tanıyabiliyorum..Bir de J.J Cobo..Elinde eldiven olmayan  yarışçılardan biri.. 2008 senesinde Türkiye turunu izlemeye gittiğimizde yarış sonrası Juan Jose Cobo’dan eldivenlerini istemiştim. Cobo bana İspanyolca bir şeyler söylemişti ve tonlamadan olumsuz bir cevap olduğu belliydi. Ben ‘Ne kadar kaba adam, eldivenini vermek istemiyor, takımda yüzlerce Saunier Duval eldiveni vardır..’diye düşünürken yanındaki Klöden onun eldiven takmadığını  söylemişti.. 

Yarışlarda fotoğraf çekme merakım ilk MTBTR.com(twitter@MTBTR) “acar muhabir” sıfatıyla 2007 Kapadokya MTB Avrupa Şampiyonluğu ile başlamıştı. Burada Junior klasmanında yarışan ve finişe toz toprak ve kan revan içinde geldikten sonra matarasındaki suyu yüzüne dökerek gözlerini açmaya çalışan bir bisikletçinin durumu beni çok etkilemişti. Onun fotoğrafını çekmiştim. Yıllar sonra o genç  bisikletçi dünyanın en iyi sprinterlerinden biri oldu: Peter Sagan!! Porto-Vecchio’daki imza törenindeki Peter Sagan artık çok ünlü bir yol bisikletçisi idi ve tanıması çok kolaydı!! 
2013 TDF Porto-Vecchio Peter Sagan
2007 MTB Kapadokya Avrupa Şampiyonluğu - Peter Sagan 
Açılış seromonisinde,  hava akrobasi gösterisini izledikten sonra, kalabalığı yararak Start’a doğru ilerleyip kameranın zoom’u sayesinde  bisikletçilerin bekleyişini resmettik.
Porto-Vecchio start alanı

Bisikletçiler gittikten sonra, sabahtan beri aç ve susuz dolaştığımızı,  saatin de 12:30 olduğunu fark edip, marinadaki ‘Le Bistrot’ restoranında güzel bir öğlen yemeği yedik. Ben hafif  şeyler yemek istediğimden deniz ürünleri salatası söyledim,muhteşemdi..Sarper deniz ürünleri Carpaccio’su yedi,o da harikaydı.. Restoran herkese tavsiye edilir. 

Porto-Vecchio’nun sevimli eski şehrini birer dondurma alıp gezdikten sonra 30km uzaklıkta olan Bonifacio’ya gittik. Öğleden sonra herkes siestada olduğu için  çok tenhaydı. Bonifacio beni Porto-Vecchio’dan daha çok etkiledi. Şehir denize uzayan ince uzun bir yarımada ile karayı yaran yine ince uzun bir çok koydan oluşuyor. Bonifacio’da yaklaşık dört saat kaldık.Yarımadayı, eski şehrin içine girerek, harika manzaralarını seyrederek çok rüzgarlı bir günde gezdik. Şehir, Korsika’nın Sardunya adasına en yakın noktası durumunda.Sardunya adası rahatlıkla gözüküyor. Daha önceden gözüme kestirdiğim ’Kissing Pigs’ restoranında, saat erken olduğu için yemek servisi başlamamıştı. Çok istediğim halde yemek yiyemedik. “Chez Denis” adlı eşek eti satan bir kasaba rastladık... Bonifacio’da motor turu yaparak yarımadanın etrafındaki eski şehri ve doğasını seyretmek gerekir. Zamanımız olmadığı için falezleri ve doğayı ancak şehrin içinde bulduğumuz açılardan seyredebildik ..Yine de muhteşemdi.. 
  
Bonifacio yarımada üzerindeki eski şehir ve koyu

Bonifacio yelkenli cenneti

Bonifacio ve falezleri

TDF Bastia-Ajaccio etabı bize ilaç gibi geldi. Ajaccio’daki ‘Mega Smeralda’ feribotunda akreditasyon işini halledip, kartlarımızı boynumuza astıktan sonra sticker’ımızı da arabamıza yapıştırıp, saat 14:00’den itibaren halka kapatılan Ajaccio yollarında yarışın son km.lerini ve finişi keşfe çıktık. Finişe sadece tekne ile gidilebildiğini öğrenince arabamızı basına özel ayrılan  park yerine bırakıp tekne için sıraya girdik. Ancak akreditasyon işi ve tekne sırası buradaki iki cümle kadar kolay olmadı. 

Akreditasyon ve DG

Sonunda akreditasyon sahiplerinin binebildiği tekne bizi finiş alanında kurulan TDF Village’ına getirdi.TDF Village’ı Napolyon Bonapart’ın gömülmek istediği  ‘Sanguinaires’ Adaları’na yakın bir yerde kurulmuş, çeşitli bölümlerden oluşuyordu. Bölümler,akreditasyon sahiplerini sınıflandırıyor.Bu sınıflara göre yarışı izleyeceğiniz yer belirleniyor.Bizim yerimiz finiş çizgisinden  uzakta muhabirlere ve  fotoğrafçı olmayan basın mensuplarına ayrılan yerdeydi.Buranın yanında, finiş çizgisine daha yakın ve parkurun üzerinde durabilen fotoğrafçıların yeri bulunmakta.Fotoğrafçıların yanından finiş çizgisine kadar ise VIP ve yeme içme yerleri var. TDF Village VIP bölümünde, kontrol açığının olduğu bir noktadan dalıp Ajaccio’daki finişi çok güzel bir açıdan seyretme imkanı bulduk!! 2.etabın birincisi, Sarı Mayo sahibi Jan Bakelants’a tebrikler! 

Jan Bakelants ve Sarı Mayo
Ajaccio finişe geliş,dönüşte sıkıntı var.

Tour Village Ajaccio finiş

Etap sonrası şehrin merkezine gitmek için gelen tekneye binmeden önce verdiğimiz savaşı anlatmam gerek. Gün boyunca belli saatlerde, şehir merkezinden  Village’a akreditasyon sahiplerini taşıyan tekneye, yarış bitince  şehir merkezine gitmek isteyen yüzlerce insan binmeye kalkınca, olay batmak üzere olan bir gemiden filikalara önce kim binecek haline geldi. Bu durumu fark eden TDF organizasyonu basında olumsuz bir haber çıkmasını önlemek için civar botları da bu olay içine sokup  akreditasyon sahibi basın mensuplarını 5’er 10’ar  öne almaya başladılar. Ancak 100’lerce kişinin bulunduğu sıradan öne geçmek  üzere önümdeki insan duvarını yarabilmek için fiziksel güç yetmiyor. Aynı zamanda  demir bariyerlerin üzerinden  mini etekle frikik vermeden atlamak için de medeni cesaret gerekiyordu. Ancak Sarper’in bulunduğu yerdeki  bariyer açılıp, basın mensuplarını tekneye çağıran TDF ekibine doğru yürüyen kocamı görünce hem fiziksel güce hem de medeni cesarete sahip olduğumu gördüm ve kendimi iskele üzerinde tekneye doğru koşarken buldum. Sonunda  tekneye binmeyi başarmıştık.. 

TDF 3.Etabının bizim için özel bir yeri var. Ajaccio-Calvi etabında hem start’ı hem de finişi seyredeceğiz. Ajaccio start’ına gitmeden önce, bizim otelde kalan Cannondale ekibinin kahvaltı için restorana inip inmediğini kontrol ettik. Restoranda kimseyi göremeyince direk  Ajaccio merkezindeki Place Miot’a yola çıktık. TDF Village’da şarap ve jambonlu sandviç yiyerek yaptığımız kahvaltı sonrası kendimizi alışverişe verdik. Bu tip organizasyonlarda maalesef  sadece erkeklere ve çocuklara hitap eden ürünler satılıyor.Bayanlar için,  hele benim gibi XS giyen biri için hiçbir ürün bulunmuyor. Ama kadınların ne kadar ısrarcı olduğu unutulmasın, kendime 16 yaş için satılan bir sarı mayo satın almayı başardım!! 

Start öncesi alışverişi tamamladıktan sonra takım otobüslerinden inip, imza atmaya giden bisikletçilerin yanına gittik. Ajaccio start’ı öncesi Chris Froome ile çektirdiğim fotoğraf ve start çizgisinde AC/DC dinleyerek yarışın başlaması bekleyen bisikletçiler arasında duruşumu  bu seyahatin en güzel anları!! Akreditasyon sayesinde start alanındaki bisikletçilerin arasına girme hakkımızı görevlilerin tüm ‘’Madame!!’ uyarılarını kulak arkası yaparak sonuna kadar kullandım.Start alanında Philippe Gilbert’i röportaj yapılırken, Chris Froome ve Rein Taaramae’yi start için geri sayımda beklerken izledim.

Chris Froome ve DG

Ajaccio Start öncesi Cadel Evans imza atmaya giderken
Philippe Gilbert ve Jan Bakelants Ajaccio start öncesi(Foto:SG)

Chris Froome ve Rein Taaramae Ajaccio start alanı.Froome'un kaskına dikkat!

Start sonrası bisikletçilerin arkasından Calvi’ye doğru yola çıktık.Ajaccio- Calvi arası kuş uçuşu 70km’lik mesafe olmasına rağmen,Korsika’nın doğası nedeniyle 165km yani yaklaşık 3 saat sürecek bir yol var. Ajaccio’dan giderken, adanın tam ortasında ve Korsika’nın en eski yerleşim yerlerinden biri olan Corte’den geçiliyor. Corte’ye gelene kadar çok virajlı ve uçurumlu yollardan geçiliyor.Bu yolları yarış sonrası hava karardıktan sonra geçeceğimizi düşünerek biraz ürperiyorum ama yapacak bir şey yok.. 

Calvi’de finiş alanına geldiğimizde bisikletçilerin son 30km’ye vardıklarını öğrendik. Ben kendime sakin,  kamera açısı çok güzel bir yer belirledim. Ancak tam önüme ‘TV France’in  kocaman kameraları ve benim üç mislim elemanı gelince bütün moralim bozuldu. ‘’Biraz ayıp olmuyor mu?’ deyince de ‘TV France bu! TDF’ı yayınlamakla görevli..Haydi anca gidersin..’gibi bir cevap aldım.Biraz afra tafra yapıp,kös kös biraz daha ön tarafa ilerledim. Bisikletçiler finişe geldiğinde çekeceğim resimlerde  seyircilere ait bolca el kol çıkma olasılığı  çok yüksekti..
TV France tarafından kovulmadan önce Calvi finişte DG
Calvi’de finişi fotoğraf makinasından seyrettiğim için, uzun süre kameramda yakaladığım Peter Sagan’ın etabı  birinci bitirdiğini düşündüm.Hatta ödül törenini seyrettikten sonra Sarper’e dönüp ‘Simon Gerrans’ın neden podyuma çıktığını bile sordum.Ödül töreninde en büyük tezahüratı bayrakları ile gelen Peter Sagan hayranları yaptı. Sagan yeşil mayoyu giyerken çığlık çığlığa ortalığı ayağa kaldırdılar. Etap sonunda sıcaktan ve yaptığımız kilometrelerce yolculuktan iyice yorulmuştuk.TDF Korsika Grand Départ’ı Calvi’deki finiş ile bitmişti..Biz de bitmiştik.. 
'Simon Gerrans Calvi'de neden podyuma çıktı?'

Yarış sonrası Calvi’nin eski şehrine  gidip, sokaklarında yürüdükten sonra marinaya indik. Calvi çok şirin bir şehir. Marina çevresindeki restoran ve barlar çok keyifli. Şehrin ara sokaklarında dolaşacak enerjimiz ve vaktimiz olmadığı için marinadaki bir barda cin tonik içerek  Fransa Turu’na veda ettik. 
Calvi Marina



Calvi Marina'da cin tonik ile TDF Korsika'ya veda(SG,DG)

Korsika’da parmak ısırtanlar: Ajaccio start alanı ve AC/DC eşliğinde başlayan etap! Bonifacio’nun doğası! Calvi’nin turkuaz renkli plajları! Ajaccio-Corte arasındaki uçurumlu virajlar! TDF Ajaccio finiş sonrası şehir merkezine gitmek için yaşananlar! Jan Bakelants’ın sarı mayosu! Chris Froome’la fotoğraf! TV ve fotoğrafçılara verilen ayrıcalık! Ajaccio’daki Neptune üçlemesi(restoran,plaj ve kedi)! Sarper’in çektiği Gilbert,Bakelants fotosu! 

Korsika’yı sadece tatil amaçlı görmek isteyenlere tavsiyeler: Adanın mutlaka görülmesi gereken şehirleri Bonifacio ve Calvi. Biz Bastia ve Porto’yu görmedik. İkisinin de görmeye değer yerler olduğu söyleniyor. Ancak Ajaccio ve Porto-Vecchio bir haftalık bir tatilde pas geçilebilir. Ajaccio’daki Napolyon Bonapart’ın evi benim gibi ev müzesi gezmeyi sevmeyenler için bir hayal kırıklığı olabilir.  İnglizce hiçbir bilgi yok, hep Fransızca. Müzeden çıktıktan sonra Korsikalılar’ın Fransızlar’la yüzyıllar öncesinden gelen sürtüşmeleri nedeniyle Napolyon’u sevip sevmediklerini bile anlayamadık.

Artık evimizdeyiz..TDF Etaplarını TV’den seyretmek de çok eğlenceli..(twitter:  @denizgunsal)

4 Temmuz 2013 Perşembe

Korsika Notları 3. Bölüm: Ajaccio-Calvi (The End)




 Sylvain Chavanel

Ajaccio finişinden sonra şehre inip mutad bar zıplamasını yaptıktan sonra, otelin yanındaki –aynı zamanda TDF sponsoru da olan- Courtepaille restoranına daldık. Arkamızda Katusha ekibi yemek yiyordu (sporcular yoktu). Yorgunluktan ölmüş durumda hesabı ödeyip çıkarken bir başka salonda da Cannondale takımının yemek yediğini gördük. Ben Deniz’e, o da bana baktı ve vazgeçtik. Deniz Sagan’ı görmediği için yanlarına gitmediğini söyledi ama, sanırım, benim gibi hem utandı, hem de o kadar ağır bir efor harcamış çocukları bir de resim/imza kaprisiyle yormak istemedi. Odamıza çıktık, yastığı zor bulduk. 


Contador (#91) ve takım imzaya gidiyor

1 Temmuz Pazartesi sabahı yataktan zor kalkabildik. İkişer Advil ve bol kahveyle ancak kendimize geldik. 10:30 gibi yola çıktığımızda Cannondale otobüsü çoktan gitmişti bile. Arabayı park ettikten sonra akreditasyon kartlarının bize sağladığı avantajla vurduk kendimizi Village’a. Sabah 11:00’de ikram edilen roze şarap, büyük olasılıkla domuzdan salam ve ekmekle kahvaltımızı yaptık. 10 dakika içinde günahın dibine vurmuştuk. İleride bir kalabalık görünce hanımı çeke çeke oraya götürdüm ki ne görelim? Bernard Hinault ve Bertrand Thevenet bir etkinlik bitirmişler ayrılıyorlar. Allah de! 

“Mösyö Hino, karımla bir resminizi alabilir miyim?”
“Vıy biyen sür!”


DG ve Bernard Hinault


“Vıy” diyen ağzını yirim senin!! Deniz’in resmini çektikten sonra B.Thevenet’ye sokulup ona da aynı soruyu sordum. Mösyö Thevenet ve Mösyö Günsal yan yana. KLİK! Çocuk gibi mutluydum. Ünlülerle resim çektirenleri burnu büyük bir edayla eleştirdiğim zamanlar için pişmanım. Bilememişim. Sonsuz zaman yolculuğunda, küçücük bir 20 gün sonunda Fransa Turu’nu kazanmış, 5 saniye içinde seni ve o KLİK’i unutacak bir adamın yanında fotoğraf çektirmek aslında gerçekten umurumda değil. Oturur bütün gece içersin, ya da beraber tekneyle okyanusu geçersin de ortak bir bağın olur, anlarım. Sanırım beni asıl duygulandıran, büyük bir başarının sahibine dokunacak kadar yaklaşmış olmak değildi. Aslında, Thevenet’nin vücudunda bir yerde hala duran o zafere yakın olmaktı önemli olan. O anı dijitalize etmek istiyordum. Biraz sonra Richie Porte’la resim çektirirken de, günümüzün en iyi performans sporcularından birinden ziyade, Paris-Nice zaferi, Col d’Eze ITT’si, yağmur, ter ve acıyla resim çektirmiş olacaktım. 


Bertrand Thévenet ve SG

Şarap ve domuzu affettirmek için “Boutique Officielle du Tour” dan torun torba ve dostlara hediyeler aldıktan sonra, sporcuları görmek için Village’dan ayrıldık (rengi değiştiğinden beri göz koyduğum Yeşil Mayo da çantanın dibinde yerini aldı). Takım otobüslerinin park ettiği, “halk”a kapalı “vatandaş”a açık bölgede Deniz’le dolaşmaya başladık. Yıllar içinde oluşturduğumuz konvansiyona göre birbirimizden ayrılıp gezmemiz gerek. İkimizin de öncelikleri farklı. Amstel Gold’da o 35 dakika RSNT otobüsünün kapısında Cancellara’yı beklemiş, ben ise imza törenini tercih etmiştim. Bu defa ise, ikimiz de önce Cannondale otobüsünü hedef aldık. Ortada sadece SuperSix EVO’lar vardı. Hiçbir kadına bu derece vahşi bir arzuyla bakmamışımdır. “Bike porn” falan diyorlar ya, halt etmişler. “Bike Porn”, SuperSix İmparatorluğu yanında, sınırlı sorumlu bir kooperatif gibi kalıyor. Şehvet, imrenme, ihtiras, yetersizlik arası tuhaf bir duygu halindeydim. Kadroyu, gidonu, aynakolu, jant ve frenleri gözlerimle önce yavaş, sonra sertçe okşuyorum. Yetmiyor ama yapacak bir şey yok… 


SuperSix EVO'nun klasik tarzdaki arka bölümü (#17:Moreno Moser)


OricaGE otobüsü önünde ısınan Stuart O’Grady ve arkadaşlarını seyrettikten sonra Team Sky tarafına geçtik. Pinarello Dogma’lar dizilmiş. Tam o anda Chris Froome otobüsten indi. Deniz direk resim çektirmek için hamle yaptı, Chris son derece nazik, reddetmedi. Eğer bu resmi mahvedersem evliliğimin büyük bir yara alacağını bildiğimden çok gergindim. Kadrajın sağı, solu, üstü ve altını iyice kontrol edip bastım düğmeye. Chris gözlerini kapatmış ama valla benim suçum değil. “Bir de benle çektirsene abi” demeye utandım maalesef. Ama hemen arkadan Richie Porte gelince geçiverdim yanına. Bisikletçilerin, hastalık korkusuyla kimseye dokunmamaya çalıştıklarını bildiğimden gayrı samimi bir poz oldu ama sorun değil. 



Ve ardından resmi geçit başladı kardeşim!! İmza vermeye giden her bisikletçi 10 cm yakınımdan geçtikçe kaç poz resim çektim bilmiyorum. Valverde, Contador, Greipel, Kittel... Kafamı sağdan sola çevirirken Cadel Evans’ı kaçırdım düşünün! Philippe Gilbert ve Bakelants’ın beraber güldükleri öyle bir poz yakaladım ki, karım yolculuğun en iyi resmi seçti (aktarma kablosu evde kaldı!). Dan Martin, Chavanel (anca arkadan yetiştim), Thibaut Pinot, Jerome Pineau, Zı Jensie, Cavendish…. Jeremy  Roy öyle sıkışık bir yerde yanımda kaldı ki eğilsem yanağına bi öpücük konduracağım, öyle severim iti. Ama makinayı yetiştiremedim, geçti gitti güneş kremi kokuları içinde...


A.Valverde


C.VandeVelde ve R.Hesjedal
Saat yaklaştıkça biz de start noktasına doğru ilerledik. Deniz, bir arada bekleyen sporcu grubuna yöneldi, ben arkada kaldım. Power Bar standının yanındaki koltuklarda oturan İspanyol tayfasının orada pozisyon aldım. Valverde, Purito, Moreno ve iki Euskaltelli muhabbetteydiler. Bariyerin arkasında bir teyze yırtına yırtına Valverde’den imza istiyordu, ama bizimki duymazdan geliyordu. Kalemi ve şapkayı alıp götürdüm, imzayı çaktı. “Grasias Alehandro!” (artık ilk adlarımızla hitap ediyoruz, o derece!). Keza bir başkası da Purito’dan imza istedi, “Purito, oğlum, kırma delikanlıyı!” diye ikna ettim. Sporculara habire “Good luck”, “bon şans” falan diyordum. Hepsi teşekkür ettiler ama, bana bakmadan, kim olduğumu görmeden. Yarı robotik bir durumdaydılar. Bir yandan bunları yaşarken, bir yandan da uzaktan kendimi seyrediyordum. “Valverde’ye şapka imzalattım”, “Burada ne işim var?”, “Lan ne şanslısın Sarper” “İnsan şansını kendi yaratır!” Hehehe yok deve! Ölene kadar mutlulukla, gülümseyerek, sevgiyle hatırlayacağım bir 30 dakika geçirdim Ajaccio’nun Miot Meydanı’nda.  



AC/DC’nin şarkılarıyla pelotonu yolcu ettikten sonra arabamıza binip Calvi’ye yola koyulduk. Ama trafik kalabalık olduğundan şehirden ancak bir saatte çıkabildik. Yol 30 km kadar normal gittikten sonra dağlara çıkmaya başladı. Yaklaşık 70 km boyunca sert virajlar ve dik yokuşlardan geçtik. Peloton, bir gün önce aynı yolu ters yönde geçmişti. Bisikletle çıkılması imkansız gözüken yokuşlar ve inanılmaz tehlikeli inişlerden sonra Corte’de yol normalleşti ve finişten yarım saat önce Calvi’ye vardık. Yine de 180 km’yi ancak 3 saatte alabilmiştik. Akşam aynı yolu karanlıkta döneceğim için hafif endişelendim, gerçekten çok zor bir yoldu. 


...Ve gidiyorlar


Calvi’de Ajaccio’daki kadar şanslı değildik. Finişin 50 mt ilerisinde ve kötü bir noktada yer bulabildik. Deniz aslında çok güzel bir açı yakalamıştı ama France TV kamerası gelince oradan kovuldu ve çok bozuldu. 

Açıkçası sprint finişi hiç görmedim. Sagan’ın kazanmadığını da 2 saat sonra öğrendim. Yarışı TV başında değil yerinde izleyince bu tip salaklıklar oluyor bazen. Benim görüş açımdan bakınca, sprint sonunda Sagan ve bir OricaGE sporcusu yanımdan ok gibi geçtiler. Slovenyalılar da çok tezahürat yapınca Sagan kazandı sandım. Daniel Mangeas arkada yırtınıyordu ama onu dinlemeyi bırakmıştım. Deniz ise Sagan’a doğrultmuş kamerayı, Gerrans’ı görmemiş bile. Saatler sonra resimlere bakarken “Simon Gerrans niye podyuma çıktı yaw?” diye kıllandık, sonra twitter’dan teyit ettik ki etabı Gerrans almış. Yuh olsun bize!! 


Bu resme göre kazanan kesin Sagan!!


Finiş sonrası Thomas Voeckler tam önümde durdu. Uzun uzun arkada bir yerlere baktı, bir şeyler söyledi ve gitti. 5 dakika sonra onu yine gördüm ve etrafta söylenenlere artık katılıyorum: Voeckler hiç sempatik biri değil. Etraf onun adını haykıranlarla dolu olmasına karşın kimseyle göz göze gelmiyor, resim çektirmiyor ve ukala bir hava içinde. Biz onu yarışta ve TV’den seyredelim daha iyi. 


Jan Bakelants Ajaccio start öncesi tebrikleri kabul ediyor

Deniz seremoniye koştururken ben podyumu yine pas geçip takım otobüslerinin oraya gittim. İlk etapta çok fena düşmüş Tony Martin’in 15 dakika boyunca kuzu gibi röportaj vermesini seyrettim. O yorgunluk ve ağrılara rağmen gıkı çıkmadan her soruya cevap verdi. Etabı oldukça geriden bitiren Mark Cavendish’in içtiği gazozu gördüm, Peter Velits’in kısa röpünü sindire sindire izledim.  Sojasun’dan Alexis Vuillermoz ile komşularının resimlerini çektim, Jonathan Vaughters’ın toz içindeki takım arabasına “WASH ME” yazışını izledim. Vaughters ona olan ilgimi fark etti, uygun bir pozunu beklediğimi anladı. Ne zaman kamerayı gözüme götürsem eşşoğlusu sırtını döndü; doğru dürüst bir pozunu yakalayamadım. 

Yarıştan sonra tüm sporcular Calvi’den uçakla Nice’e geçeceklerinden (finiş havaalanının hemen yanındaydı), hepsi acilen yakındaki bir binaya giderek duş alıp üstlerini değiştirdiler. O arada podyum törenleri de bitmişti, karımla buluşup arabaya yöneldik. Yarış bittikten 10 dakika sonra bariyerler ve diğer ekipman sökülmeye başlıyor. Müthiş bir süratle çalışsan ASO ekibi sanırım 1 saat içinde kurulu tüm cihazların %90’ını söküp yola çıkmaya hazır hale getiriyorlar. Müthiş bir iş bölümü ve çalışma var. Polisler, güvenlikler hepsi son derece dikkatli ama nazik.  Dirlik ve düzenden sorumlu olanlar ise sert ama ısrarcı değil. Deniz’i aynı noktadan kaç kere kovdular, her seferinde geri geldi. Adamların o kadar çok işi var ki, seninle ikinci bir defa ilgilenecek zamanları yok. Karımın da ne kadar inatçı olduğunu bilmiyorlar.

Tour’u bitiren Günsallar turizme yöneldiler. Calvi’ye gidip eski şehri dolaştık, güzel bir Salon de Thé'de yorgunluk attık, limanda bir barda Fransa Turu şerefine cintonik içtik (dönüş yolunu düşünerek ben kola ve kahveyle devam ettim). O arada "1" numaralı kırmızı Skoda’yı gördüm. "Allah Allah, bu Prudhomme'un arabası yahu?" dememe kalmadı, paşa sol arka koltukta oturmuş bir şeyler okurken gördüm. Biraz sonra Corsica & Sardinia Ferries’e ait bir feribot geldi, sanırım Tour'un direktörü o gemiyle yola çıktı. Tüm Tour'u Korsika'da oradan oraya taşıyan "bateau officiel" Mega Smeralda, finişe 20 km uzaktaki Ile Rousse kasabasından gece 23:00’de hareket edecekti. Tour’un patronu Nice’e biraz daha erken varmayı istiyordu belli ki. Yine de sporcuların uçağıyla gitmediğine şaşırdım. 


Calvi kalesinden "Porte de plaisance" veya marina diyelim 

Korsika Notları burada bitiyor. Son yazı biraz geç oldu, kusura bakmayın. Calvi’den oldukça stresli bir gece yolculuğuyla ancak gece yarısı otele döndük, yorgunluktan bitmiştik. Dünü Ajaccio’yu gezerek, bugünü de plajda götü sererek harcadık. Bu yazı da Akdeniz’e karşı bir şezlongda yazıldı. Umarım iyot ve içtiğimiz “mirthe”in kokusunu alırsınız.

Bisiklet sporunu tüm sevenlere, bizimki gibi bir 3 gün geçirmelerini dilerim.  

3 Temmuz 2013 Çarşamba

Ted King'e Saygı - Bisiklet Sporunu Anlamak

Sarper Günsal'ın turun bizzat içinden nefis yazıları yağdırırken oturup yazı yazmayı hiç düşünmüyordum. Ancak ani bir gelişme beni bu yazıyı yazmaya itti. Bu yazı Ted King adlı bir bisikletçi hakkında, ama diğer yandan "Yol bisikleti öğrenelim" serimize de doğal bir ek olacak.

Edward Carrington "Ted" King bir domestik. 30 yaşında ve bugüne kadar kayda değer bir başarısı yok. Cannondale takım sitesindeki tanıtım yazısında kendisinin 1.89 m ile oldukça uzun bir boya sahip olduğu, uzmanlığının yarış kazanmak değil, takım arkadaşlarının yarış kazanmasına yardım etmek olduğu, uzun süreler boyunca pelotona liderlik edebildiğinden ve kaçışta bulunabildiğinden bahsedilmiş.

Dünkü takım zamana karşı (TTT) etabında Ted King kural gereği birinci olan takımın zamanının %25 fazlasını 7 saniye geçtiği için diskalifiye edildi. Yarış sonunda adının yanına "Hors Delai", (İng. Out of time, Tür. zamanı yetmedi) yazıldı. Yazımızın konusu bu karara itiraz olacak. Denilebilir ki, "kural kuraldır, her hal ve şartta uygulanmalıdır". Peki, devam edelim o halde.

Takım zamana karşıda tek tek takımlar belli bir zaman aralığı ile yola çıkarlar ve olağan peloton dinamiklerinden izole olarak pür takım arkadaşlarının birbiri ile yardımlaşması ile belli bir mesafeyi giderler. Ted King'in takımı Canondale start aldıktan hemen sonra Ted King arkadaşlarının temposuna ayak uyduramayarak koptu  ve 25 km'lik mesafeyi tek başına gitmek zorunda kaldı. Denilebilir ki "Efendim yarışçı yavaşmış işte, neden yarışta tutulsun ki?". Devam edelim.

Ted King ilk etapta sonlara doğru meydana gelen ve birçok yarışçının karıştığı kazadan kötü etkilenmişti. Birçok yarasının yanında omuzu da ayrılmıştı. Sonraki iki etabı bir şekilde atlattı ama takım zamana gibi zor bir disiplinde dayanamadı. Denilebilir ki "Kendisi için çok üzgünüz, şanssızlık olmuş. Ama sporun içinde bu risk her zaman var ve hala kural kuraldır". Devam edelim.

Cannondale diskalifiye kararına hemen itiraz etti ama sonuç alamadı. Direktör Jean-Francois Pescheux "kural kuraldır" dedi gayet soğuk bir şekilde. Ted King'in ismi ertesi günkü imza listesinden çıkarıldı.

Peki Cannondale takımı ne cüretle itiraz etti? Bu konuda bir açıklama yok, ama biz tahmin edelim: 8 saniye çok minik bir zaman farkı, bunun için yarışı tüm iyi niyetiyle bitirmeye çalışan birini diskalifiye etmeye değer mi?

Ted King ABD'li değil de, Fransız olsaydı diskalifiye edilebilecek miydi? Geçmişte benzeri durumlarda çok defalar yarışçının yarışa devam etmesi kararı verilmedi mi?


Takım zamana karşıda gönüllü olarak 25 km bireysel zamana karşı yapmış biri takdire şayan değil mi?

Tur organizatörleri çok mu masum? İlk etapta takım otobüsünün finiş tak'ına takılması ve finiş noktasının yarış sırasında iki kere değiştirilmesi gibi minik hatalar yapmıyor mu?

Denilebilir ki "King zaten sakat, burada diskalifiye olmasa başka bir etapta diskalifiye olacak"

Yukarıdaki yazılanların hepsini, yani karşıt görüşler dahil, doğru bulanlar olabilir. Bu tartışmalar da bisiklet sporuna dahildir.

Benim kişisel fikrim, Fransa bisiklet turunun bu kararla "hıyarlık" ettiğidir.

Google Images'de Ted King ismini aratırken gelen resimlerde hep çeker durumda olması tesadüf olmamalı

Fransa bisiklet turunda (ve diğer turlarda da) yarış sonuncusu (lantern rouge) onore edilir. Bu onore etmede biraz espri olsa da, diğer yandan da sonuncu olan pelotondan defalarca kopmuş ve tek başına veya küçük bir grubun içinde finişe gelmiştir ve bunu yaparken zaman limitine takılmamıştır. Yani hızlı olmasa da dayanıklıdır; boru değildir.

25 km şövalyece tek başına gidebilen biri, az bir zaman farkı yüzünden ve de takdir hakkı da mevcutken elenmemelidir. Bu sporun ruhuna aykırıdır. Başka da diyeceğim yoktur.

2 Temmuz 2013 Salı

Dözyem Jur (2) - Öğleden Sonra




Tour de France tescilli adamlar olunca Cennet’in kapıları açıldı. Bedava park imkanı, parkurda arabayla dolaşmak, oraya buraya girip çıkmak dert olmaktan çıkmıştı. Daha Bastia’dan start verilmemişti ama etabın son 10 km’sini arabayla geçip, finişi görmek icin Parata’ya gittik. Fakat son 300mt’de yolu kapatmışlardı. Haliyle biraz bozulduk. Bugüne bugün Tour’un mütemmim cüzü olmuşuz, açın lan yolları!! İnsanoğlu çok acayip. Haline bir şükret di mi? 24 saat önce parya muamelesi görüyordun, şimdi “Neden finişten arabayla geçemiyorum ki?” 


All photos by @denizgunsal haliyle



Tekrar şehre dönüp bedava park ettikten sonra yemek yedik ve finişe bizi götürecek teknedeki yerimizi aldık. 25 dakika sonra bir plajda indik. Etraf cayır cayır yanıyordu. Biz sonradan görme Tour VIP’leri havasında, kartlarımızla her yere gireceğimizi zannederken, gerçek VIP’lere ayrılmış salonların önünde durdurulduk. Kartlarda yazdığına göre sadece Village du Tour ve basın odasına girebilirmişiz. Biraz ayıp oldu tabii… Tamam Cristian Prudhomme’un arabasında gitmeyi beklemiyorum ama bok kadar bir mekanda da tıkılı kalamam. 



Gidiş teknesi



Tekneden #TDF Finiş Kompleksi


Basın mekanı denen yer, resmen tel örgüyle ayrılmış, iki tane LED TV asılı bir tavuk kümesi. Sonradan fark ettim ki zaten her bir bölüm (finiş, finiş arkası, podyum, VIP kulüpler ve teknik bölüm) tel örgülerle ayrılmış, başlarında güleç ama ciddi güvenlik elemanları duruyor. Kartını kontrol etmeden hiçbir yere almıyorlar. Bizim kartlarda “TELEVISION” ve “Eurosport - Attaché de Presse”  yazıyor. Bu nedenle hem TV teknik, hem de basın tarafında gezinebildik. Tavuk kümesleri arasında gezinirken, nasıl oldu bilmiyorum,  son 100mt çizgisi hizasında bir boş yer bulduk. Arkamız gölgelik, karşımız dev ekran. Etraftaki herkeste yeşil bileklikler var ve şampanya servisi falan yapılıyor. Özel bir yerde olduğumuz kesin. Üstelik, şimdiye kadar kovulduğumuz kapılardan anladağımız kadarıyla kesinlikle orada olmamamız gerekiyor. Bizde bilezik yok kart var, bu yüzden ellerimizi cebimizde tutarak ortalığa konuşlandık. Deniz tam iki saat bulunduğu noktadan ayrılmadı. Ben onun kadar sebatkar olmadığımdan arada dolaşıp geliyordum. Fransa Turu’nu (ve bilumum Fransız bisiklet yarışlarını) 40 yıldır halka sunan Daniel Mangeas ve çömezi bangır bangır yarışı anlatmaktaydılar. Daniel’in sesi şimdiden çatlamıştı. 



Bizi buralara almadılar!!! :-((

Daha önceki bir yazımda da anlattım, yarış seyretmek oldukça sıkıcı ve zahmetli bir deneyim. Allahtan dev ekranın karşısındaydık da zaman geçti. Önce 40, sonra 30 km kaldı, ardından 20….15… “Aaa bizim otelin önünden geçtiler” falan derken Sylvain Chavanel’i önde görünce heyecanlandım. Soran birine bu etap için Chava’yı favori göstermiştim. Ama olmadı, genç Belçikalı Jan Bakelants son derece zeki ve cüretli bir atakla yarışı kazandı. 


Günsal familya olay mahallinde


Hemen podyumun önüne koştuk. Girmemiz elbette yasak ama Deniz bariyerin yanında yerini aldı. Ben hem klostrofobik (değil de “kalabalıkta daral gelme sendromu” neyse o) olduğumdan, hem de TV’de bin kez seremoni seyrettiğimden, podyum TIR’ının arkasına yöneldim.  Bakelants daha nefesi düzelmeden röportaja alınmıştı. Ardından Pierre Rolland, Marcel Kittel ve günün en savaşkan sporcusu seçilen Ag2R’lı tıfıl oğlan geldiler. Podyum kızlarından ikisini beğendim, başka bir tanesi poz verdi, Prudhomme ve Pescheux önümden zart zurt geçtiler. Arkamdaki seksen tane tipten yine hafakanlar basınca iyice arkaya gittim. Kartımın sihrini göstererek sonunda “NON-RIGHTS HOLDER TV” yazan kümese kendimi attım. Bu şu demek: Sen bize para bastırıp yayın haklarını alan France Sport ve NBC gibi ayrıcalıklı değilsin. O nedenle seni şu köşeye attım, önüne atacağım 2-3 parça çiğ eti bekle ve havlama (ama o köşeyi de görmek lazımdı, iti bağlasan durmaz, TIR dorsesinin arkasında 10 m2’lik yer). 


Jan Bakelants (RSLT) Sarı Mayo'sunu öperken


Bizim itilmiş kakılmışların mekanında bile olay çıktı. Zaten medyanın, haber almak, görüntü çekmek, iyi açı yakalamak için birbirlerine reva gördüğü muameleyi Gezi Parkı’nda görmedim ben. Yahu siz meslektaşsınız kardeş kardeş oynasanıza evladım? Yok abicim, o onu iter, diğeri omuz koyar geçer (Phil Liggett’in sevgili zevcemi yerlerde sürüklemesine az sonra geleceğim). Bir gerginlik, bir mücadele… Neyse bizim mevzuya geleyim: Yerimi almış sükunet içinde Tour basın sorumlusunun yanımıza getireceği yarışçıyı beklerken, dallamanın biri eliyle beni geri çekip kendi kameramanını önüme geçirmeye kalkıştı. ”Çek elini yüzümden kardeşim!” dedim ama herif belli ki kaşarlı. İki saniye içinde kartımdan şeceremi okudu ve “Senin burada olmaya hakkın yok, kameran nerede?” dedi. “Kameramı, cüzdanımla beraber ananın…” Yok artık!
Avcı hikayelerine dönmesin yazımız. Tabii ki küfür falan etmedim ama sinirlendim. “Sana ne lan?” anlamında bir şeyler söyledim ve küçük Nikon’umu gösterdim (bu kısım komik oldu harbiden, benim Nikon ayfondan küçük). Kameraman daha uysal bir çocukmuş, “Ya ben de Eurosport’un bi şeysiyim tatsızlık çıkmasın sivuple” anlamında konuştu. “Ben zaten çekim derdinde değilim, ama arkadaşını zevk için döveceğim” dedim… Bu da yalan elbette. Neyse olay tatlıya bağlandı, Kittel ve Pierre Roland geldiler, ikişer soru cevaplayıp gittiler. Asıl ilginç olan şey (elbette ben basınla nasıl ilişki kurulur bilmediğim için) Tour basın sorumlusuyla kameraman ve gazetecilerin pazarlığı oldu. Bizim taraf Sarı Mayo’ya soru sormak istedi, PR’cı sadece Beyaz Mayo’yu getirebilirim dedi. Bağırış çağırış sonunda Yeşil + Puanlı Mayo’nun gelmesi ama sadece 2 soru sorulmasında anlaştılar. Halbuki TIR’ın diğer tarafında Jan Bakelants, 20 dakikadır “parayı bastırmış” olanlara röportaj veriyordu. “Money talks, bullshit walks…  


Kittel eziklere röportaj veriyor


Bütün bu tantana bize 45 dakikaya maloldu. Dönüş için ASO, Ajaccio limanına tekne servisi yapacaktı. İskeleye doğru yöneldik ki ortalık mahşer yeri. Tekne seferi 30 dakikada bir yapılacakmış. Lan geri zekalı Cristian, 1000 kişi var orada, 150 kişi alan bir mekik motor kaç sefer yapabilir sence? Karımın kalabalık yarma yeteneğini kullanarak öne kadar geldik ama küfürleri ben duyuyorum milletin önüne geçtikçe, Deniz anlamıyor. Bir de, kadınlar bu ve buna benzer “yaşamsal” addedilen konularda daha mücadeleci ve agresif oluyorlar. Genel kadın yapısından geliyor bence. 1 tekne ve 1000 kişi durumu içgüdüsel olarak “survival mode” tetikliyor olabilir. O noktadan sonra her kadın pars kesiliyor. Kaç teyze beni omuzlayıp geçti, kaç kadın öne geçmek için birbirinin yüzüne bile bakmadan tekmeleşti sayamadım. 

Bu hengamede basının gücünü bir kez daha gördüm. Tekneye binemeyecekleri ortaya çıkan medya üyeleri homurdanmaya başlayınca ASO tekne sorumluları panikledi. Biraz sonra “5 basından arkadaş alalım” , “12 gazeteci” falan diye resmen adam seçmeye başladılar. Ben linç tehlikesi nedeniyle kartımı saklamaya çalışırken basın üyesi kadınlar, olmayan hemcinslerini çekiştirip öne geçmeye başladılar. 


L'Equipe'in ve Fransa'nın en meşhur bisiklet gazetecisi, eski TDF 3.sü
 Jean-François Bernard'ı yanımda bulunca dayanamadım: 
"Mösyö Bernar, ün foto sivuple?"

Bakmayın kendimi “naif bir dünya vatandaşı” olarak lanse ettiğime. 12-16 yaşlarım arasını, yemek ziliyle beraber 1200 aç çocuğun depar attığı, düşenin kaldırılmadığı, hatta bir boğaz eksildiği için sevinilen bir okulda geçirdim. Ya koşacaksın ya aç kalacaksın! Yemekhaneye ilk varan dört kişi  4x100 bayrak yarışında GS Lisesi’ni temsil ederdi. O günlerin yanında gemiye binmek dert değil. Bariyerin arasında, tekneye gidilen küçücük açıklıktan geçemeyeceğimi anlayınca geri çekildim. Deniz hala öne gitmeye çalışıyordu. Görevliler artık paniklemiş, tüm basını saymadan tekneye alıyorlardı. Salak Avrupalı, koca kumsala, sadece 10 mt genişliğinde bir bariyer koymuş, diğer salak Avrupalılar da, kurala uyma refleksi sonucu kuzular gibi eziliyordu. Canım Türkiyem’de ahali çoktan ASO’cuları ve kaptanı dövüp oyun havası eşliğinde yola çıkmış olurdu. Turan taktiğinin mükemmel bir uygulamasıyla yandan dolanıp bariyerin önüne geçtim. Al sana köhne Bizans, Ah hah hah haaaa! 


Savaş bitmiş, gazeteciler tekneyi işgal etmiş, Ajaccio'ya dönerken

At ve silah tamamdı ama avrat? Hassssss!! Savaşa kadın götürmemek lazım arkadaş. Deniz bariyerin arkasında kalmıştı. Beni görünce karım mini eteğinden beklenmeyecek bir çeviklikle bariyere tırmanmaya başladı. “Survival instinct” galebe çalmış, karım surları fethetmeye başlamıştı. Karımı o halde görünce şoka girdim, tanımazdan gelerek tekneye doğru yürümeye başladım. 5 saniye sonra yanımdaydı. Phil Liggett’le olan macerasını görmediğimi söylemem lazım. Daha sonra, teknede adam yanımızdan geçerken “İşte galiba bu herif beni çok itti Sarpercim!” dedi ama kocalık görevini yapamamış, karısını koruyamamış bir adam olarak utançla önüme baktım.