24 Şubat 2011 Perşembe

Trevor Bayne ve Nascar'daki Seriler Sorunsalı

Nascar sezonunun en büyük ve köklü yarışı olan Daytona 500'ü 20 yaşındaki Trevor Bayne kazandı. Bayne şimdiye kadar Daytona'yı kazanan en genç sporcu oldu. Genç Bayne Nascar'ın en köklü takımlarından Wood Brothers'ın 21 numaralı arabasıyla finişi geçerken takıma 35 yıl sonra bir Daytona daha kazandırmış oldu. Takımın eski ünlü pilotu David Pearson da 21 numarayla Daytona 500'ü 1976 yılında kazanmıştı.

Bu yazıda hayırlısıyla Nascar sezonunu takip etmek isteyen cemaatin en kafasını karıştıran konuya değineceğim: Nascar serileri... Daytona'yı kazanan Bayne'in, bu yarışta şan şöhret ve para kazanmasına karşın hiç puan almadığı gerçeği, ve genç pilotun aslında ikinci lig kabul edilen Nationwide serisinde şampiyonluk hedeflemesi gibi garabeti de izah etmiş olacağım.


Nascar

Her ne kadar yazılarda Nascar diye kısaltsak da, aslında Nascar yurt sathında (yurt=A.B.D.) ve yerel birçok yarış serisini içinde barındıran bir organizasyon/şirket'dir. Araba yarışçılığında, her sporda olduğu gibi; birçok organizasyon birbiriyle rekabet etmiş, ancak birinin baskın çıkması ve hepsini sahiplenmesiyle neticelenmiştir. Nascar'ın ismi içinde "Stock Car" geçmektedir (National Association for Stock Car Auto Racing) ve sonuç olarak, gerçeklerine benzeyen araba yarışlarında ABD'de bir tekel sayılabilir..

Cup Series

Nascar'ın en büyük serisinin soyut adı "CUP"dır. Bu seriye 1950-1970 arasında Grand National denirken, 1970'lerde Winston sigara üreticisinin sponsorluğu ile Cup ismi başlamış. Yakın zamanlara kadar da üst düzey seri Winston Cup adıyla bilindi.

Miss Winston kızlarından biri

2003'de sigara şirketlerine spor sponsorluklarının yasaklanmasıyla beraber üst düzey seri Nextel & Sprint Cup diye isimlenmeye başlandı. Şu sıralarda da üst düzey seri bu isimle devam etmektedir.

İkinci Seri

Bu serinin "CUP" gibi genel bir ismi yok. Genel olarak ikinci lig kabul edilen bir seri bu. İlk olarak daha kısa pistlerde "Sportsman Series" diye isimlendirilmesiyle başlanmış. 1970'de Winston üst düzey isim sponsorluğunu alınca "Grand National" ikinci serinin adı olmuş. 1986'de Busch birasının sponsor olmasıyla "Busch Grand National"ya da kısaca "Busch Series" diye anılmaya başlamış (Tabii burada hafiften beyzboldaki "bush league" esprisi de var)

İkinci lige 2007'de Nationwide adlı sigorta şirketinin sponsor olmasıyla serinin adı Nationwide Series oldu. Grand National adı ise Nascar'ın yerel organizasyonlarının genel adı olarak 3. Lig'e kadar geriledi. Umarım hafızam bana bir oyun oynamıyordur çünkü şu an arattığımda Grand National adında doyurucu birşey bulamadım Nascar.com sitesinde. Sanırım bu ismi tarihin çöplüğüne terkettiler.

Kamyonet ve ARCA Serileri

Foxsports'da iki tane "Nascar" yarış serisi yayınlanıyor. İlki kamyonetlerin yarıştığı "Truck Series" serisi. Bu seri için 2.5ncu lig denebilir. Çoğunlukla gençler ve üst serinin ihtiyar delikanlılarının katıldığı bir yarış serisi bu.

Kamyonet yarışları şandan şöhretten uzak ama zevkli.


Arca ise, eskiden Nascar ile rekabet halinde olan, sonradan Nascar'ın yuttuğu bir seri. Seviye olarak buna da 2.5ncu lig demek gerek.. Foxsports'da yayınlandığından en çok Nascar zannedilen yarışlar bunlar. Şahsım çevresinde Nascar'ın sorumlusu telakki edilen bir kişi olduğumdan, gelip "Dün akşam Nascar yarışı seyrettim" diyenlere "Eeee, hayır, o pek Nascar sayılmaz" diye cevap vermeyi görev kabul ediyorum. (Bu arada ARCA ile Nascar'ın bazen aynı haftasonu aynı pistte yarışmak dışında organik bağı yokmuş. Bkz. aşağıdaki yorumlar)

Peki Sorun Nedir?

Nascar'ın serilerinde her yarışa isteyen katılabilir. Yarışacak araba sayısı 43 ile sınırlı olsa da, çok daha fazla araba sıralama turlarına katılıp ilk 43'e girerek bileğinin hakkıyla yarışma hakkını kazanabilir. Örneğin, Daytona 500'ü kazanan Trevor Bayne'nin takımı Wood Brothers eski ihtişamlı günlerinden uzak olduğundan "part-time" olarak seçme yarışmalara katılan bir takım. Bayne de tecrübe kazanmak için Daytona 500'e katılmış. Aslında Nationwide'da yarışacak bir sürücü, hatta Daytona 500'ü kazanması hiç beklenmiyordu.

Bu sezon öncesi Nascar bir kural değişikliği yaptı. Sürücünün hangi serilerde yarıştığına kimse karışmıyor ama hangi seriden puan almak istediğini sezon başında belirlemek zorunda. Bayne'nin Cup'dan puan alamamasının sebebi de puan alacağı seriyi Nationwide olarak ilan etmiş olması. Ağlamak yok!

Bu kural değişikliğinin sebebi Buschwhackers lakabı takılan Cup sürücüleri. Bunlar Cumartesi yapılan ikinci lig yarışlarına katılan esas seri pilotları. Bu gelenek eskiden beri var; örneğin büyük tecrübe Mark Martin neredeyse kariyerinin tamamında Busch yarışlarına katılmış bir veteran. Hatta ikinci ligde yarışan sürücülerin, en iyi öğrenme sürecini Mark Martin kendilerine tur bindirdiğinde bir süre peşine takılıp neler yaptığına bakarak yaşadıkları konuşulurdu. Ama nihayetinde Mark Martin her yarışa katılmaz, şampiyonluğa da mücadele etmezdi. Cup sürücülerinin ikinci lig yarışlarına katılmaları da Nascar yönetimi tarafından her daim desteklendi, çünkü şüphesiz ünlülerin yarışması seyirci ve medya ilgisini arttırıyordu.


Nationwide 2010 şampiyonu Brad Keselowski, aynı zamanda Cup'da da tam zamanlı yarışıyor

Fakat son yıllarda ise Buschwacker sürücüler çıldırdı. Nationwide serisinde 2006-2010 arası tüm şampiyonluklar onlara gitti. Hatta 2010 sezonunda ilk 3 sıra Buschwackerlar'ın oldu. Kural değişikliği de işin şirazesi bu şekilde şaşınca yapıldı. Sonuçta Nationwide, aslında Cup'a girmek isteyen sürücülerin tecrübe kazanması için tasarlanmış bir seri.

Sanırım Nascar serilerini klavyemiz döndüğünce anlatabildik.

19 Şubat 2011 Cumartesi

2001 Daytona 500

Perşembe günü yapılan 125'er millik ikiz yarışların ikincisinde Michael Waltrip 3. sırayı alarak 26. kere üstüste Daytona 500'de yarışmaya hak kazandı. Waltrip'in kariyerinde 3 yarış kazanmışlığı var; ikisi Daytona 500'de.

Bundan 10 sene önce Michael Waltrip 462 yarışlık kariyerinde hiç yarış kazanamamış, abisi 3 kere şampiyon Darrell Waltrip'in gölgesinde kalmış bir yarışçı idi. Dale Earnhardt ise 1978'de başladığı kariyerinde 7 kere şampiyon olmuş; bir türlü şeytanın bacağını kıramadığı Daytona 500'ü 1998'de en sonunda kazanmış başarılı bir sürücü idi.

1998'de DE kazanınca tüm takımların personeli pit yoluna dizilerek kendisini kutlamıştı.
Dale Earnhardt aktif bir insan olarak kendi yarış takımını da kurmuştu. Takımı yeni yeni o zamanki adı Winston Cup olan en üst seriye adım atmıştı ve oğlu Dale Earnhardt Jr.'ı da sabırlı bir şekilde takımında yetiştiriyordu. Kendisi ise Richard Childress Racing takımında yarışıyordu.

İşte o Earnhardt Michael Waltrip'i kendi takımına aldı. Aynı zamanda arkadaşı olan Micheal'ın 462 yarışlık kaybetme serisini haketmediğini düşünüyordu.

Bu koşullarda başlayan 2001 yılındaki Daytona 500 aslında tam da Dale Earnhardt'ın istediği şekilde gelişiyordu. Michael Waltip lider, oğlu DE Jr. ise ikinci durumda idi. Kendisi ise 3. sırada arkadan gelenleri bloke ediyordu. Böyle bir manipülasyonu yapacak en iyi adam da Earnhardt idi; drafting'in neredeyse yarışın kendisi olduğu Daytona ve Talladega yarışlarında çok başarılı olduğu için "havayı gördüğü" iddia ediliyordu.

Son tura girildiğinde, blokladığı arabalardan biri olan Sterling Marlin kendisine hafifçe dokununca 200 mil hızla giden arabasının kontrolünü kaybetti ve yaklaşık 150 mil hızla duvara öldürücü açı ile çarptı ve oracıkta hayatını kaybetti.


Bundan sonra neler olduğuna bakalım:

Dale Earnhardt: Adeta bir tanrı statüsü kazandı. Bulutlarda silüeti bile görüldü!

Sterling Marlin: Hiç haketmediği halde bir süre DE Sr. hayranlarından ölüm tehditleri aldı.

Michael Waltrip: Uzun bir süreden sonra aldığı galibiyeti yaşanan trajedi sebebiyle kutlayamadı. Sonra 2003 Daytona 500 dahil olmak üzere 2 yarış daha kazandı. Kendi yarış takımını kurdu, popüler bir TV programı yaptı.



Dale Earnhardt Jr.: En popüler sürücü olma ünvanını 20 senedir elinde tutan Bill Elliott'dan devraldı; halen de rutin olarak kazanmaya devam ediyor. Yarış performansının ise popülaritesinin oldukça gerisinde olduğu söylenebilir.



Kevin Harvick: Hiç bilinmeyen bir sürücü iken birden DE'nin 3 numaralı siyah arabasını 29 numaralı beyaz araba olarak devraldı. İkinci yarışında kazandı. Jimmie Johnson devrine denk gelmesi şanssızlık olsa da halen iddialı sürücüler arasında yer alıyor.

Nascar: HANS cihazı, yumuşak duvarlar gibi birçok güvenlik önlemi alındı ve o günden bu yana üst düzey serilerde hiç ölüm olayı yaşanmadı.

15 Şubat 2011 Salı

Daytona 500 ve Nascar Puan Sistemi Değişikliği

Nascar sezonu 20 Şubat Pazar günü yapılacak Daytona 500 yarışıyla başlayacak. Bu takvimin en prestijli yarışı ve ünlü Daytona oval pistinde 500 mil olarak koşulacak. Aynı pistin yol kısmı da var ve 24 saatlik Daytona yarışları da bu kısımda yapılıyor. Yakın geçmişte Indianapolis oval pistinin iç kısmına da yol yapılmış ve F1 yarışları koşulmuştu.


En prestijli yarışın sıralama turları da (artık ne kadar "tur" denebilirse) farklı yöntemle yapılıyor. Buna göre, sıralama turları bir hafta öncesinden başladı bile. Arabaların tek tek çıkıp 2 tur attığı geçen Pazar günkü sıralama sonucunda birinci olan Dale Earnhardt Jr. ile 2. olan Jeff Gordon yarışa da ilk iki sırada başlamayı garantilediler. Geri kalan sürücüler Perşembe günü iki gruba ayrılarak 150 millik iki "seçme yarışı" koşacaklar ve alınacak sonuca göre büyük yarışın diğer 41 katılanı belli olacak.

Pole pozisyonu alan Dale Earnhardt Jr.'un babası 2001 Daytona 500'de geçirdiği kazada ölmüştü. Bu sene o kazanın 10. yıldönümü. Nascar her zaman yarışları "senaryosu yazılmış" hale çevirmekle suçlanmıştır (yarıştaki dram ögesini artıran manipülatif hamlelerle). Son yılların başarısız sürücüsü DE Jr.'ın pole pozisyonunu kazanması bu eleştirmenleri hafif tebessüm ettirmiştir. Hele Daytona yarışlarının "restrictor plate" denen maksimum hızı engelleyici bir cihaz yardımıyla yapıldığını ve bu aletin de kolayca manipüle edilebilmesi eleştirmenlerin ateşine har veriyor. Ancak kimse sesini çıkarmayacak elbette. Ayrıca Nascar yönetimi seyircilerden yarışın 3. turunda baba DE anısına sessizlik istedi. "3" elbette merhumun numarasıydı.

Dale Earnhardt "The Intimidator"

Restrictor plate yarışlarına ve drafting'e sonraki yazılarımdan birinde değineceğim. Bu yazıdaki konumuz puan sistemi. Çünkü sezon başlamadan önce Nascar puan sistemini dramatik (belki de değil) ölçüde değiştirdi.

Eski puan sistemi 1975 yılından beri ufak tefek değişikliklerle yürürlükteydi. Buna göre yarış birincisi 185 puan alıyor, ikinci 175, sonra ilk on için 5'er, 10.-20. sıralar için 4'er, sonrakiler için de 3'er puan azalarak devam ediyordu. Sonuçta 43. ve sonuncu olan bile 34 puan alıyordu. Ayrıca herhangi bir turu lider geçene 5 bonus puanı, en çok sayıda turu lider olarak geçene de bir 5 bonus puanı daha şirketten veriliyordu.

Bu sistem, kolayca anlaşılabileceği gibi, birinciliğe yeterince önem vermiyordu. Bu 1975 itibariyle Nascar için anlaşılabilir bir tavırdı, çünkü o güne kadar sürücüler resmen yarış seçiyorlar, neredeyse canları çektiği yarışlara katılıyorlardı. France Ailesi de bu sistemle sonuncuya bile puan vererek, en azından şampiyonluk iddiası olanları her yarışa katılmaları yönünde teşvik ediyorlardı.



Bu resmin aslında konumuzla pek alakası yok

1975-2004 arası bu puan sistemiyle bazen çok heyecanlı sezonlar geçirimiş olsa da, genellikle sürücünün biri sezon içinde puan sıralamasında biraz öne geçtikten sonra işi rölantiye bağlıyor, kalan yarışları ilk 10 içinde kazasız belasız tamamlamaya çalışıyordu. Zira minik bir hata ile sonlarda yer almak gereksiz yere çok puan kaybına sebep oluyordu. Takipçileri ise birinciyi yakalamak için daha fazla riske girerek kaza yapıyor ya da arabalarını zorlayarak mekanik sorunlarla sonlarda yer alıyorlardı ve fark daha da açılıyordu.

2004 yılında Nascar "Chase for the Championship" adıyla bir nevi playoff formatı getirdi. Buna göre ilk 26 yarış sonunda ilk 10 sırada yer alan sürücüler, kalan 10 yarışta diğerleriyle yarışsalar da, sadece onlar şampiyonluk için mücadele edebiliyorlardı.

Bu değişiklik biraz heyecan ve çekişme getirir gibi olduysa da, yukarıda anlattığımız senaryo en nihayetinde playoff safhasında da ortaya çıkıyordu. Dahası, son 5 sezondur Jimmie Johnson tüm şampiyonlukları kazanıyor. 30-40 senelik kariyerlerinde 7 şampiyonluk çıkartabilen Richard Petty ile Dale Earnhardt'ın Tanrı kabul edildiği Nascar camiası böylesi bir dominasyona pek alışkın değil.

Son 5 sezonun şampiyonu Jimmie Johnson

Bu sezon ise Nascar benim pek anlayamadığım bir puan sistemi getirdi. Buna göre birincinin 43 puan alacağı, ve buradan aşağı doğru 1'er puan inerek sonuncunun 1 puan alacağı bir sisteme geçildi. Bonuslarla beraber birincinin potansiyel 47 puan alma ihtimali var, ama sistem öz olarak eskisinin aynısı. Nascar'ın bahanesi sistemi normal seyirciler için anlaşılır hale getirmek. Bunda bir miktar haklı olsalar da, asıl şikayete dönük bir değişiklik yapılmamış oldu. Sıkıntı, yarış kazanma başarısının; ki bir araba yarışının esas amacı olmalıdır, şampiyonluğu belirlemek bağlamında öne çıkarılamamasıydı.

Gerçi buna cevap olarak, Nascar otoriteleri herhangi bir yarış kazanan sürücünün playoff'a katılması kuralını getirdiler. Böylece son yarışın oldukça heyecanlı hale geleceğini düşünüyorlar. Yani, playoff'a kalma umudunuz yok, ama son yarışı kazanıp birden playoff'a giriyorsunuz.

İnşallah Bill Elliot gibi arada bir yarışan eski tüfeklerden bir bu yarışlardan birini kazanıverir de seyreyleriz eğlenceyi. Belki de esas istedikleri budur.

Bence yeni getirilmesi gereken sistem ESPN yazarlarından Terry Blount'un önerdiği gibi birşey olmalıydı. Bu sisteme göre birinci 30 puan, ikinci 20 puan, kalanlar da birer birer eksilerek puan alacaklar. Yani 43ncü 0 puan alacağı gibi, 21nci de 0 puan alacak. Böylece sistem hem kazanmaya büyük önem verecek, hem devamlı iyi performansa önem verecek (yukarıda değinmedik, ama bu da önemli), ama diğer yandan arada bir riske girmekten dolayı oluşabilecek yarış dışı kalmaların öldürücü etkisi olmayacak.

10 Şubat 2011 Perşembe

NBA'de Takım Mücadeleciliği

Sporların hası beyzbolda bahar kamplarına, NASCAR'ın ilk yarışı Daytona 500'e, krikette de Dünya Kupası'na az zaman kaldı. Az kaldı ama yine de arada bir haftalık boşluk var. Bu yüzden bloğu boş bırakmamak için biraz NBA kastırayım dedim.

Ewing-Oakley-Starks'lı zamanlardan New York Knicks hayranı olarak, düşük skorlu maçları ve mücadeleci takımları severim. Her ne kadar günümüzdeki Knicks buna pek uymasa da...

İstatistik de seven biri olarak mücadeleyi sayılarda da arayıp durmuşumdur. Bu bağlamda gördüğüm, basket oyununun ikiye ayrılabildiğidir: Şut atma ve şut savunması en önemli ilk kısım olup, aradaki mücadele için ikinci bölüm diyebiliriz: Faul, blok, ofansif ribaunt, top çalma...Tabii bu sayıları tek tek derlemek zor; derlesen de hangi birine ne kadar ağırlık vermek lazım geldiği bir muamma. Ama sonuçta ikinci kısımda amacın rakibin şut kullanmasını engellemek olduğu muhakkaktır.

Geçenlerde aklıma geldi: İki takım şut denemelerinin (FGA) sayısal farkı bunu verebilir. Yani, yukarıdaki saydığımız fiiller aslında rakibin şut denemesi yapmasını engelleme işlevine sahip; veya ofansif ribaunt örneğinde olduğu gibi, kendi takımına ekstra şut deneme şansı verebilirsin.

Şanslıyım ki ESPN istatistik sitesi bu farkı cillop gibi veriyor. Madem ESPN bu olanağı sağlamış, ben de 30 takımı konferanslarına ve güçlerine göre 3 gruba ayırdım ve aşağıdaki tabloyu oluşturdum:


Bu rakamlar takımların rakipleriyle arasındaki maç başına FGA farkları. Hemen dikkatinizi çekmiştir, güçlü takımlar hep ekside ve güçsüzler de hep artıda. Yani güçlü takımlar rakiplerinden daha az şut teşebbüsünde bulunmuş! Yani mücadele ile başarı arasında ters korelasyon var!

Bu sayılar şu aşamada mücadeleciliği ölçme anlamında çok sağlıklı değil. Çünkü bloklar da şut teşebbüsü sayılıyor. Halbuki blok (şapka!!) şut denemesini en engelleyici fiil. O halde takımların rakipleriyle aralarındaki blok farkını da analize dahil etmeliyiz. ESPN'in istatistiklerindeki bloklara göre tekrar hesapladığımızda aşağıdaki tablo ortaya çıkıyor:

Sayılar biraz törpülense de (örneğin Löbronlu Miami -4.2'den birden -1.4'e indi) yine de eğilim aynı. Bunun en büyük sebebi iyi takımlara karşı çok faul yapılması olmalı diye düşünerek bir önceki tabloya takımların faul atış denemesi farklarını da ekledim:

Dikkat çeken takımları sarı ile işaretledim (hayli de çok oldular ya) Örneğin Boston yumuşak bir takım denebilir; hem daha az şut kullanmış, hem de daha az faul yapılmış. Miami, Lakers gibi takımlar ise çok fazla faulle durdurulmuşlar.

Bizim New York Knicks +0.7 ile blokların yardımıyla mücadelenin artı hanesinde yer alsa da, -0.8'lik faul atışı farkı dengeliyor. Yine de iyi sayılabilir, zira geçen sene FGA farkı -0.3, blok farkı -0.8 (ki toplamda -1.1 eder) FTA'da ise -1.6 ile mücadelesi az takım görünümündeydiler.

Peki ya 1993-94 yılındaki New York Knicks? Biraz uğraştırdı ama buldum: FGA farkı +3.5, blok farkı +0.6 ki net +4.1 eder. Yalnız faul farkı da -2.9. Bu sezonki takımlardan Utah'ın rakamları çok benzer, Portland ise daha da üste çıkmış vaziyette. Ama bu takımlar orta sıra takımları; Knicks ise bu rakamları Atlantik grubu şampiyonu olarak yapmıştı. Bunu da arada belirtmek lazım.

Sonuç olarak, mücadeleciliğin başarı ile genelde ters korelasyonda olduğunu belirlesek de, 93/94 Knicks bağlamında sağlama yapabildiğime göre, sevdiğim tarz oyunu en azından sayılara bakarak belirleme ihtimalim oluştuğunu söylebilirim.